Bir yıldan uzun süredir, "'78'liler" diye de anılan 1970'ler devrimcilerinin prosopografisi -yani kuşak biyografisi- üzerine çalışıyorum. Geçtiğimiz Aralık'ta, yazma aşamasına geçtim. Bu çalışma çerçevesinde, Michael Hardt'ın Yıkıcı Yetmişler'ini[1] okuyordum. Hardt bu kitapta 1970'leri, '68 fırtınası ile 1980'lerle birlikte kendini kabul ettiren neoliberal 'yeni çağ' arasında manâsız bir ara evre olarak gören yerleşik veya yaygın bakışı sorguluyor. Hatta, "şanlı" '68 neticede eski dünyanın, geride kalmakta olanın 'olayı' iken, '70'lerin gelmekte olan dünyanın olayı olduğunu düşünüyor. Tam da Gramsci'nin çok bilinen tabiriyle "canavarlar zamanı": "Eski dünya ölüyor, yenisi doğmak için mücadele ediyor."
İşte, Aloş, tam o sırada çıkageldi. Kendisini önce salona buyur ettik tabii, bir süre orada kuruldu. Ama bir süre sonra çalışma odasına taşıdım. Çünkü yeri orasıydı. 1970'ler, '78'liler üzerine bir çalışmanın süregittiği tezgâhın yanı başında durmalıydı, 70'lerden gelen bir misafirdi zira. Kadim zamanlara ve tüm zamanlara üflese de ürpertisini, '70'lerde üretilmiş bir serinin parçasıydı. '70'lerin dehşetinden, belirsizliklerinden pay almıştı. Ve onun korkunç figürleri, canavarlara akrabadır.
*
Canavarlar, antik dünyada, gelmesi yakın felâketin işaretleri, kötülük alâmetleri olarak görülmüşler. Korku ve dehşetin tekinsiz ifadeleri... Ortaçağdaysa, Umberto Eco'nun anlatımıyla, "tıpkı bizim hayvanat bahçesindeki egzotik hayvanlara bakmaktan hoşlandığımız gibi çekici" bulunuyormuş canavarlar.[2] Dünyanın, varlıkların "muazzam ve garip çeşitliliğinin" harika numuneleri... Hıristiyan ilâhiyatının büyük azizi Augustinus, canavarların güzel olduğunu, çünkü tanrının yaratıkları olduğunu yazmış. Tanrının hata yapmış, 'yanlış' yaratmış olduğunu düşünemeyeceğimize göre, onlar da mübarektir: "Canavarlar bile tanrının çocuklarıdır."
Aloş'un, Ahu Antmen'in Aloşnâme: Bir Heykeltıraşın Felsefe Taşı'ndaki tarifiyle "hayvansı ama robotik kafatasları [ile] hayvan, makine arası varlıklar"ına, "melez bedenler"ine de bu gözle bakmalı değil mi? Bu mahlûklar, çirkin, korkunç olabilirler - ama bu dünyaya, hakikate dahil olabilirler. Bize o kadar yabancı, bizden o kadar da başka değildirler belki. Belki bir ortak noktamız vardır.
*
Gözümüzü Gramsci'nin canavar imgesine döndük ama belki de Marx ve Engels'in Komünist Manifesto'nun karizmatik ilk cümlesindeki Gespenst'i, Türkçeye genellikle hayalet diye çevrilen heyûla kavramını hatırlayalım: "Avrupa’da bir heyûla dolanıyor – komünizm heyûlası."[3]Heyûla, antik felsefede her doğal cismi meydana getiren ilkelerden biri sayılır; belirsizliğin ilkesidir, “kuvve halinde cevher”dir, yani cismin dönüşebileceği hallerin, alabileceği biçimlerin potansiyeli, 'ihtimali' olarak düşünebiliriz. antik Yunan felsefesinin ilk tazeleyicilerinden olan İslâm filozofu El Kindî, "suretleri taşıyan edilgin cevherî güç" diye tanımlamış heyûlayı.
'70'ler Türkiye'sinde, sahiden komünizm heyûlası kol geziyordu. Sahici ve güçlü bir ihtimal olmasından öte, rejime, sermayeye, sağa saldığı korkuyla, bir heyûlaydı bu. Sadece Türkiye'de değil, dünyanın her köşesinde, Hardt'ın kitabının gösterdiği gibi, gelmekte olan yeni devrin heyûlaları kol geziyordu. Kader gibi zorunlu, aynen yaşadığımız gibi olması gerekmeyen, 'iyisiyle kötüsüyle' belki de başka türlü olabilecek bir yeni zamanın heyûlaları...
Aloş'un mahlûklarına, heyûlalar gözüyle de bakabiliriz. "Kuvve halinde cevherler"in belirtileri.
*
Bende misafir olan resmin sağ yakasına odaklandım, gözümü o taraftan alamıyorum, sol yakaya bir türlü bakamıyorum. Resmin sağında, Ayşegül Güçhan'ın (Ahu Antmen'in aktardığı) tasviriyle "kilitli ağızlarıyla konuşan, kör gözleriyle birbirlerine rehberlik eden"lerden biri var. Fakat bu, otoritesiyle dikkat çekiyor: ayaklarını yere sağlam basmış, sırtında cübbesiyle (bir ruhban mensubu mu, yoksa 'yüce yargı'dan mı?), pek güvenli bir edâyla, nutuk söylüyor, daha çok tembihatta bulunuyor. Onun kadar odaklanamadığımı söylediğim 'tipler,' -ikisi hazla arkaya atılmış gibi?, ulur gibi?, yakarır gibi?, tezahürat yapar gibi? dikilmiş kafalarıyla-, onu dinliyorlar mı yoksa kendi âlemlerinde midirler, emin olamıyorum.
Misafirim, acaba neyin heyûlası?
[1] Çeviren Münevver Çelik, Otonom Yayıncılık, 2023.
[2] Umberto Eco: Çirkinliğin Tarihi. Çev. Anaca Uysal Ergün vd.. Doğan Yayıncılık, 2009, s. 107-114.
[3] İlk baskısı 2018'de yapılan Manifesto çevirimde (İletişim Yayınları) ben heyûlayı tercih ettim.