İnsan yaşamadan bilemiyor, olan oldu mu oluyor. Bir akşam üstü Alex ile mutfakta demlenir, ölen yakınlardan, onlarla ancak ölümlerinden sonra kurabildiğimiz yeni dil ve bağdan bahsederken hasret ve minnet karışımı bir sesle “onlar için parti verelim mi” diye bir fikir atıyorum ortaya. “Ne bileyim,” diye devam ediyorum. Ömrünü tamamlamış şeylerin tamamen ortadan kaybolmadığını, bir yaşamları olduğuna inandığımı söylüyorum. Ölümde bir serbest kalış var, kıçındaki kapsülü uzaya salarak yörünge değiştiren uzay mekikleri gibi tıpkı. Nedir peki serbest kalan? Bilemesek de fark eder mi? Kutlayamaz mıyız? Beni dinleyip dinlemediğinden emin değilim, bir süredir birbirimizle ilgili o kadar çok yanıtımız var ki birbirimizi pek de merak etmez olduk, aynı uçurumun kenarından ayrı karanlıklara sarkmış gibiyiz, yine de devam ediyorum; bir kutlamanın, hatta büyük bir kutlamanın hayatımızın bu mevsiminde çok yerinde olacağını iddia ediyorum. Güzel yüzünü, gökçe pınarlara benzettiğim gözlerini akşam karanlığında hemen hemen hiç göremediğim halde, öteki aleme geçip birini geri getirme isteğinin bir an için aramızda alev gibi parladığını hissediyorum ve ışıkları açıp kadehleri yeniden dolduruyorum: Herkesi çağıralım, hatta çağırmadıklarımız da gelsin! Burak partiye Aloş’un Aloşname serisinden altı desenle geliyor. Bir an olsun tereddüt etmeden hepsini herkes görsün diye duvarlara asıyoruz. Kutlama bir yıl sürüyor.
Etrafımız, o bir yıl boyunca, harabeler önünde, bebek lahitlerinin arasında çömelmiş bekleyen, el açan, boyun eğen, yalvarırken sırıtan, timsah gözyaşları döken, medet uman, koltuk değnekli, takma bacaklı, ayakları tekerli ve makaralı, omurları boğumları fırlak, bir deri bir kemik, hayvanla makine arası insansılarla sarılı. Yok oluşu tefler, kemanlar, coşkuyla açılmış ağızlar, insanın kanını donduran bir dansla kutluyorlar. Ölüme de dirime de korku ve arzuyla secde ediyorlar çünkü korku ile arzu iç içe. Onlarda önce insanlığı görüyor, birlikte mutfak masasında doğa ve tarih, iyi ve kötü, sanat ve gerçek, temsil ve mütekabiliyet üzerine gecelerce kafa patlatıyor, tartışıyor, sessizliğe gömülüyor, huşu içinde desenleri seyrediyoruz. Benlik parçaları ve evdeki aynalar arasında gidip geliyor, bölük pörçük oluyor, birbirimize düşüp sarılıyor, bölük pörçük etmek istiyor, desenlere kaçamak bakışlar atıyoruz. Bir süre sonra desenlerde yavaş yavaş kendi insanlığımız beliriyor, büyüyen ay, rüyalarda yaklaşan bir varlık gibi. Kayış orda bir yerde kopuyor. Düğün mü cenaze mi belli değil alacakaranlık bir fantezide çalıp oynuyor, birbirimizin kemiklerine dokunuyor, korku ve arzuyla kafayı buluyor, namluyu birbirimize doğrultup kıkır kıkır gülüyor, cevheri cehalet mi hikmet mi bilinmez bir delilik halinde tepiniyor, avcumuzdaki kafataslarını birbirimize gösteriyoruz. Zamanla aramızdaki dil iyice anlaşılmaz hale geliyor. Anlamamamız gerekeni anlıyor, söylemememiz gerekeni söylüyoruz. Özür dilerken hınç biliyor, bekler gibi yaparken kaçıyor, severken kandırıyor, tutmak isterken fırlatıyor ve kendi evimizde kayboluyoruz. Kalbimin ışığı sönecek kadar zayıflıyor, haftalarca yerde yatıyor ve seyrediyorum, seviyorum ve kayboluyor, beliriyor ve sevmiyorum, hıçkıra hıçkıra ağlıyorum, ezan okunuyor, nohut pişiyor, bebek ağlıyor, sivrisinek yanağıma konuyor, ellerimi boşluğa uzatıyorum, gitmekle kalmak arasında ince bir çizgi hayal ediyor ve kanatlı bir balık olarak yeniden resme giriyorum, ama artık esas kız değilim, ev dağılmış, belki de yanmış. Bir tarafım, derli toplu, aklı başında, önündeki maçlara bakan tarafım “yok mu bir çaresi,” diye soruyor. O tarafa gaipten “maalesef” yanıtı geliyor. Başka bir tarafım “iyi hoş güzel de canım çok sıkılıyor,” diye itirafta bulunuyor, “canım o kadar çok sıkılıyor ki kendime neden diye sormak zorunda kalıyorum.” Bu sefer de gaipten “sen bilirsin” diye anons geçip kara yayınını kapatıyorlar. O gün (galiba Eylülün yedisiydi) defter sayfasında yaşayan bir balık olarak hayal ediyorum kendimi. Sayfada uzun kenarları birbirine bitişik, biri sarı biri gri iki dikdörtgen derya var. İşte ben o uzun kenarda zikzaklar çizen balığım ve kabul etmekle etmemenin zaten ve hep aynı şey olduğu bir mendereste ömür sürüyorum.